Erdoğan’ın terk ettiği paneli, CNN Türk’ün ‘canlı yayını’nda baştan sona izledim.
İsrail, Hamas füzelerini gerekçe göstererek Gazze’yi üç hafta bombaladı. 1500’e yakın sivil insan öldürüldü. Okullar, hastaneler bombalandı. Dünya seyretti.
Davos’ta Başbakan Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “Çocukları öldürdünüz” deyince kıyamet koptu!
Erdoğan’ın terk ettiği paneli, CNN Türk’ün ‘canlı yayını’nda baştan sona izledim. ‘Gazze, Ortadoğu için Model’ adlı tartışmanın böyle sona ereceğini doğrusu beklemiyordum.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa da İsrail’i eleştirdiler.
Başbakan Erdoğan’ın konuşması, Peres’in “Mübarek durumu sizden daha iyi biliyor, sizin üzerinize roketler atılsa ne yapardınız?” tepkisini doğuracak ölçüde sert değildi.
Filistinliler İsrail’in havadan yağdırdığı bombalarla öldükten sonra, Peres’in, en azından “Böyle olmasını istemezdik. Hamas’ın yol açtığı bu durumun sonuçlarından biz de üzüntü duyuyoruz” demesi gerekmez miydi?
Peres bunu yapmak yerine, Başbakan Erdoğan’ı sanki Hamas’ı temsil ediyormuş gibi, azarlamaya başladı.
Davos’un ‘barışçı’ ruhuna o andan itibaren fatiha okundu! Paneli yöneten Washington Post yazarı David Ignatius’un Erdoğan’a söz vermek yerine ‘Amerikanvâri’ dokunuşlarla toplantıyı sona erdirmeye çalıştı. Ekranın bir köşesinden Başbakan’ın sırtına uzanan el, Tayyip Bey’in çileden çıkarak ‘Kasımpaşalı’ kimliğine döndüğü anı gösteriyordu. “Benim için Davos bitmiştir” diyerek paneli terk etti.
İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in ‘hem suçlu, hem güçlü’ rolünde Türkiye Başbakanı’na karşı sergilediği tutum hoş görülemez.
Başbakan Erdoğan’ın üslubu ‘diplomatik’ yönden tartışılsa bile tepkisi yerindedir.
1990’larda Saraybosna’daki ‘etnik temizliğe’ aylarca seyirci kalındıktan sonra ABD’de Clinton yönetimi NATO destekli bir harekâtla sonuçta olaya müdahale etmiş. Miloseviç’ de ‘savaş suçlusu’ olarak yargılanıp cezalandırılmıştı.
İsrail’in Hamas gerekçesiyle ‘kuşatma altındaki’ Gazze’de sivilleri de hedef alan saldırılarının Bosna’dan, Kosova’dan farkı nedir?
Norveç İşçi Partisi, Davos’taki konuşmasından sonra Şimon Peres’in Ortadoğu barış sürecine katkısı nedeniyle aldığı Nobel Barış Ödülü’nü iadesini istemiş.
Başbakan Erdoğan, Davos’tan ayrılırken, Türkiye’nin ‘çadır devleti’ olmadığını söylemiş. Bu sendromu en iyi Cumhurbaşkanı Gül ve Tayyip Bey bilirler; Erbakan başbakan iken Libya’da Kaddafi’nin çadırında Türkiye’ye ve Atatürk’e yönelik saldırısı karşında suskun kalmış ve olayın ezikliği içinde dönmüştü.
İsrail’in güçlü savaş lobisi karşısında Davos’ta sergilenen mazlumiyetçi refleks keyfimizi kaçırmasın. Dünya Ekonomik Forumu seneye Kasımpaşa’da toplanır, Ortadoğu barışını tartışmaya devam ederiz. Peres’i de bekleriz!
Ortadoğu’nun yetimleri, Nasır’dan bu yana özlemini çektikleri liderlerini buldu.
Recep Tayyip Erdoğan!
Türkiye’nin Başbakanı, 29 Ocak 2009 gecesinden itibaren sadece Türkiye halkına seslenen, gücünü sadece Türkiye’deki yandaşlarından alan bir siyaset adamı değil artık. İsmi, Türkiye sınırlarının çok ötelerinde, Ortadoğu’nun sokaklarında, Gazze’nin mülteci kamplarındaki bir İsrail bombardımanıyla yarın yerlerinde yeller esebilecek evlerin küçük odalarında, Kudüs’ün Filistinli her köşesinde, İslam dünyasının sathında dalgalanan bir bayrak haline geldi. Beş dakika içinde.
Tayyip Erdoğan’ın ister sevelim ister sevmeyelim, ister beğenelim ister beğenmeyelim, ister kızalım, ister eleştirelim; bu böyle. Birey iradelerinden bağımsız bir gerçeklik.
Bugüne dek, hiçbir lider, İsrail’in, üstelik tarihi bir şahsiyeti olan Cumhurbaşkanı’na tüm dünyanın gözleri önünde ‘Sizin insanları nası öldürdüğünüzü biz çok iyi biliriz’ diye haykırarak, BM Genel Sekreteri ve Arap Birliği Genel Sekreteri’nin önünde kâğıtlarını toplayarak uzun boyu, gösterişli görüntüsü ile hem de Davos gibi dünya egemenlerinin forumunda podyumu öfke-vakar karışımı bir halde terk ettiğine tanık olmamıştı. Tanık olması düşünülemezdi.
İsrail Cumhurbaşkanı’na bu sözlerle posta koyma ha. Roket atmadan, intihar saldırısına girişmeden, Arap olmadan ve hem de 72 milyonluk büyük bir ulusun, Osmanlı imparatorluk mirasının en önemli parçası üzerinde oturan, Batı sistemi içinde yer alan, NATO üyesi, AB katılımcı üyesi büyük bir ülkenin lideri tarafından İsrail’e konulan bir posta bu. Görülmemiş şey.
***
Evet, Nasır’ın 1970’ten beri yetim bıraktığı on milyonlarca Arap, altlarına sığınacakları ismi Tayyip Erdoğan’ın şahsında önceki geceden itibaren buldular. Nasır, 1952’den bu dünyadan ayrıldığı 1970 yılına kadar tüm Ortadoğu’da ve hatta Üçüncü Dünya’nın tümünde esen bir rüzgârdı. 1967’de İsrail’e karşı alınan büyük hezimetten sonra gerçi süngüsü çok düşmüştü ama Nasır, yine Nasır’dı ve Mısır’ın sınırları çok aşan ve bir bireyin üzerine çok çıkan etkisi yine sürüyordu.
Ölümünden sonra, Ortadoğu, Yasir Arafat’ın şahsında bir ‘efsanevi lider’ gördü. Ama Arafat Filistinlilerin ‘ulusal simgesi’ olan bir kahramandı. Suriye’de Hafız Esad, siyaset ustalığında yanına yaklaşılamayan bir liderdi, ama sonuçta Suriye Devlet Başkanı idi. Ayetullah Humeyni, büyük bir devrimle sahneye çıktı ama muazzam etkisi Şii haritasının ötesine geçmedi. Nasır fotoğrafı farklıydı.
Tayyip Erdoğan, İsviçre’nin Alp dağlarında ‘dünya egemenlerinin ve zenginlerinin uğrağı’ Davos’ta beş dramatik dakika içinde Ortadoğu’nun ve oradan sıçrayarak tüm İslam dünyasının ‘kahramanı’ oluverdi.
Sabaha karşı saat 3’te kendisini saatlerdir İstanbul’da havaalanının önünde bekleyen on binlerce kişiye hitap ederken söylediği, ‘sessizlerin sesi, kimsesizlerin kimi’ olduğu, kendiliğinden -evet kendiliğinden- Türkiye halkının çok ötesine, bu özelliğiyle kendisini taşıyıverdi. Gecenin o saatinde Gazze’de Türk bayraklarıyla gösteri yapanları, El-Cezire televizyonunun muhteşem İstanbul karşılamasını on milyonlarca kişiye canlı yayımlamasını nasıl açıklayabiliriz, nasıl açıklamalıyız ki?
Davos’ta Tayyip Erdoğan ile Şimon Peres’i, Türkiye ile İsrail’i bugüne dek Ortadoğu’nun savaş ve barış tarihinde görülmemiş biçimde karşı karşıya getiren dramanın, bölge siyasetinde ve uluslararası siyasetin dengelerinde yol açacağı ‘politik ve sosyolojik tektonik değişiklikler’in boyutlarını olayın sıcaklığı içinde tümüyle kavrayacak durumda değiliz. Gelişme hâlâ fazlasıyla sıcak ve taze. Ama, değişiklik mutlaka olacak. Barack Obama’nın Amerika Başkanlığı’na seçilmesi ve Beyaz Saray’a oturmasıyla kendiliğinden ivme kazanan dünya (ve dolayısıyla başta Ortadoğu) çapındaki değişim süreci, Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e bugüne dek bir Batı sistemi ülkesi liderinden işitmediği, büyük ölçüde duygusallık taşıyan ama ‘sahici’ öfkesiyle yeni bir ivme daha kazandı.
Tayyip Erdoğan, farkında olmadan ve amaçlamadan öyle bir işin altına kendisini ve Türkiye’yi sokmuş oldu ki, bundan sonra yaşanacak ve izlenecek gelişmelere ‘konvansiyonel’ bakış açısıyla açıklama getirmek havada kalacak.
Bundan sonra ne mi olacak? Bilmiyoruz. Ancak, ‘konvansiyonel’ bakış açısı ve yöntemlerin Ortadoğu’yu ele alışta geçerliliğini yitireceğini seziyoruz.
***
Birkaç gündür Brüksel’deyim. Avrupa Parlamentosu’nda Avrupa Birleşik Solu ile Kuzey Yeşilleri ve Solu’nun gözetiminde düzenlenen, Harold Pinter’ın anısına ithaf edilen ‘AB, Türkiye ve Kürtler’ başlıklı konferansa katıldım. Konferansın sloganı ‘Türkiye’de Değişim Vakti!’ Geçen hafta sonu bulunduğum Beyrut’un tozu ayağımda duruyor. Türkiye algılaması ve Tayyip Erdoğan isminin Ortadoğu’daki çağrışımını Beyrut’ta gözlemiştim ve bunu yazılarıma da yansıttım.
Brüksel’de bir otel odasında televizyonda tümüyle bir rastlantı eseri olarak TRT’de Ban ki-Moon’u konuşurken görünce, paneli izlemeye başladım. Ban ki-Moon’u dinlerken, Amr Musa’yı, Şimon Peres’i, moderatör David İgnatius ile Başbakan Tayyip Erdoğan’a gözüm takıldığı anda birkaç dakika sonra ‘tarihi an’ın geleceğini bilmeden ekrana kilitlendim. BM Genel Sekreteri hariç, sahnedekilerin hepsini değişik düzeylerde de olsa tanımıştım, tanıyordum.
‘Türkiye’de Değişim Vakti!’nin çalan ziline, Avrupa Parlamentosu’nun Avrupalı eski komünistlerin salonundaki konferansta değil, yine Brüksel’de bir otel odasında TRT ekranında tanık oldum.
Gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. Tayyip Erdoğan, diplomasi ve devletlerarası ilişkilerini en temel kurallarını -haklı gerekçelere dayansa bile- ayaklarının altına alıp çiğnemişti.
Kendime kendime, ‘Normalde, tarihe bakıldığında bu, herhangi iki ülke arasında bir savaş ilanı gibi algılanmaya uygun bir görüntü’ diye söyleniyordum. Zihnime hızla Beyrut izlenimlerim geldi. Cabaliye mülteci kampından, en yukarıdaki Erez kapısından en güneydeki Rafah’a bildiğim Gazze’de anonim insan görüntüleri ulaştı. Bu kez, yine kendi kendime ‘Tayyip Erdoğan, Arap dünyasında bu andan itibaren kahraman oldu’ diye söylendim. Artık sadece Türkiye Başbakanlığı değil, çok geniş bir coğrafyada kendisi hakkındaki algılama Tayyip Erdoğan’ı zorunlu olarak yönetecek diye düşündüm.
Ortaya çıkan durumun muhtemel ve ilk bakışta Türkiye aleyhinde olacak olumsuz ‘diplomatik boyutları’nı beni arayan BBC’ye ifade ettim. BBC ile sohbet ederken, ‘Siz Tayyip Erdoğan’ı iyi tanıyorsunuz. Şaşırdınız mı?’ sorusuna muhatap oldum. Evet, hem de çok şaşırmıştım. Ama ardından hemen sonra ‘Tam Tayyip bey işte bu. Kendisini gerçekten iyi tanıyorsanız şaşıracak bir şey de olmaz’ duygusunu edindiğimi aktardım. Şaşkınlığın üzerinden çok geçmeden, özellikle Arap dünyasında bir ‘kahraman“ konumuna yükseleceğini de adım gibi biliyordum.
Ortaya çıkan durumun tekrar tekrar üzerinde düşünülmesi gereken bambaşka boyutları da olacaktı. Onları düşünmeye çalışırken, Tayyip Erdoğan’ı karşılamak üzere İstanbul’da havaalanına akan ateşli on binlerce kişinin hareketini, Gazze’de Türk bayraklarıyla gösteri yapan insanları izledim.
Ortaya çıkan durumun bir de bu boyutu vardı.
Brüksel’de dün sabah kahvaltıda aynı zamanda Fransız vatandaşı olan, çok uzun yıllar Paris’te AFP’de çalışmış olan Mısır’lı yaşlı bir gazeteci Doreya Avni ile karşılaştım. Heyecanla yanıma koştu, “Neler olmuş dün gece” diye söze girdi ve bana söz bırakmadan “Tayyip Erdoğan, Nasır’ın yerine geçti. Eğer içerde güçlü olursa aynı zamanda bölge için hem Nasır, hem de De Gaulle olur. Nasır, dışarıda büyük bir bayraktı ama içerde, çevresinden ötürü zayıftı. Tayyip Erdoğan Türkiye’de sadece İslamcıların değil diğerlerinin de desteğini alırsa, Nasır-De Gaulle konumunda birisi olabilir” dedi.
Türkiye’nin iç politikası, anlaşılıyor ki, dünyada çok geniş bir çevrenin ilgi ve çıkar alanına ister istemez girecek artık.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmaması için büyük çaba gösterilecek, işte Genelkurmay açıklaması ve işte Şimon Peres’in alttan alan, olgun sözleri; tamam. Ama, kim ne derse desin, ne olursa olsun; Türkiye-İsrail ilişkileri adındaki sürahi artık çatlamıştır.
Türkiye’nin dış siyasetinde de, onun iç politikaya izdüşümünde de, bundan böyle yeni parametreler kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.
Türkiye, 29 Ocak 2009’a kadar olan Türkiye’den zorunlu olarak farklı olacak. Çünkü, Tayyip Erdoğan artık sadece Tayyip Erdoğan olarak kalamayacak.
Tam da Tayyip Erdoğan, aslında hep kendisi olarak kaldığı için!
Başbakan Tayyip Erdoğan önceki akşam İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e tepki göstermeseydi, bugün ben dahil hemen bütün gazeteciler ‘Burada kaplan, orada kuzu’ türünden yazılar yazıyor olacaktık. Refahyol koalisyonunun başbakanı Necmettin Erbakan için sonun başlangıcı Libya lideri Muammer El Kaddafi’nin çadırında maruz kaldığı muamele karşısında sessiz kalması olmuştur.
Peres’in parmağını kendisine uzatarak sesini yükseltmesine, bölge hakkında bir şey bilmeden konuştuğu suçlaması yapıp bölgedeki başka siyasetçilerle karşılaştırmasına kim olsa tepki gösterirdi. Keza sunucu David İgnatius’un omzunu tutması, elini çekmesi,
gayriciddi üslubunu (onlarca panel yönetmiş bir gazeteci olarak söylemeliyim ki) yalnız Erdoğan değil, haysiyetine önem veren kimse karşılıksız bırakmazdı.
Erdoğan’ın tepkisinin dozu, ‘Öldürmeyi iyi bilirsiniz’ gibi ifadeleri eleştirilebilir, eleştiriyoruz da... Ama madem o toplantıya katıldı ve o davranışa maruz kaldı, tepki vermek zorundaydı.
Nitekim Türk halkı da büyük çoğunlukla bu tepkiye sahip çıktı. Muhalefet partileri dahi, neden tepki verildiğine değil, tepkinin dozuna ve Türk-İsrail ilişkilerinde, ABD ve Batı ile ilişkilerde yol açabileceği sorunlara vurgu yaptılar.
Sanırım Erdoğan, kendi ifadesiyle fazla diplomatik olmasa da, siyasette duygulara da yer olduğunu hem gösterdi, hem de bunun bir bedeli varsa ödemeye hazır olduğunu beyan etti.
Arap sokağı ayakta
Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in Gazze harekâtı sırasında Filistinlilere sahip çıkması, hatta bunu Hamas’ın savunuculuğuna vardırması Arap kamuoyunda müthiş bir etkiye yol açmıştı. Erdoğan, belki de Atatürk’ten bu yana başka ülkelerin sokaklarında, o ülkenin vatandaşları tarafından resimleri taşınıp lehinde tezahürat yapılan ilk Türk lider olmuştu.
Bu durum önceki akşam Davos fırtınasından itibaren misliyle yaşanmaya başladı. Yalnızca dün Gazze’de düzenlenen on binlerce kişinin Erdoğan’a teşekkür için toplandığı gösteriyi
kastetmiyorum. Arap dünyasının genelinde, o ülkelerdeki yöneticileri rahatsız edecek kadar Türkiye lehine bir hava esmeye başladı.
Üstelik yalnız sokakta değil, okumuş yazmış takım arasında da. Ürdün’de üst düzey yöneticilik yapan ve Batılı eğitim almış, Batılı hayat tarzına sahip arkadaşım, “Son altı haftadır Türkiye’nin bölgede gösterdiği liderlikten gurur duyuyorum” diye yazıyordu.
Bunlar güzel gelişmeler; tabii kendinizi kaptırmamak kaydıyla. Çünkü bir gün önce Saddam’a canım feda diyen, ertesi gün resimlerini ayakları altına alan da aynı Arap sokağıdır. İster Arap sokağı, ister İstanbul sokağı olsun, siyaset sokaktan destek alır, ama kendisini kaptırırsa, sokağın esiri olabilir.
Yangın kontrol altında
Erdoğan’ın Davos’taki paneli fırtına gibi terk etmesiyle birlikte diplomatların yangın söndürme faaliyeti başladı. Başbakan, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sargisyan ile görüşmeye girdiğinde, Davos, Ankara ve Kudüs’te telefonlar çalışmaya başlamıştı. Yangını kontrol almak için ilk çaba da Erdoğan’dan geldi. Kameralar karşısında çıkan Erdoğan’ın hedefinin Peres’in şahsı, ya da İsrail halkı olmadığını, tepkisinin sunucuya olduğunu söylemesi, Peres tarafından dikkatle izlendi. Yine telefonlar çalıştı. Peres, Erdoğan’ı aradı, Erdoğan telefona çıktı. Peres, sesini hakaret amacıyla yükseltmediğini, Erdoğan’ı şahsen hedef almadığını, ‘üzgün’ olduğunu söyledi. Erdoğan da üzülmüştü ve daha o anda mesele bir Türkiye-İsrail çatışması boyutlarına yayılmadan, Erdoğan-Peres münakaşası boyutlarında kontrol altına alınmıştı.
Dün sabah Peres’den ‘Türkiye ile çatışma istemiyoruz’ mesajı geldi, ardından İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Lavy ‘Neleri aştık, bunu da aşarız’ açıklaması yaptı.
Önceki akşamki erken yorumların aksine, Türk-İsrail ilişkileri stratejik hasar almayacak gibi görünüyor. Suriye, Pakistan gibi ülkelerle İsrail arasında arabuluculuğu bir süre unutabiliriz. Ama bölgede Türkiye’nin işbirliğinden yoksun kalan bir İsrail’in ABD açısından da pek parlak bir fikir olmadığı ortada. ABD’nin Davos’u ‘Talihsiz olay’ olarak niteleyip ‘yola devam’ temennisinde bulunması bu bakışı doğruluyor.
Dışarıda asıl çaba, Türkiye’yi Batı sisteminde tutmak, o nedenle Erdoğan’ın fazla üzerine
gitmemek olacaktır. İçeride ise Erdoğan’ın yerel seçim vitaminleri arasına Ergenekon’dan sonra İsrail de eklenmiş oldu.
‘Erdoğan büyük takibe alındı’ diye aba altından sopa gösterme cihetine gideceksiniz...
‘Türkiye’nin dış politikada çuvalladığını’ öne süreceksiniz...
‘Bu mu derin strateji?’ diyerek, zaten hedef tahtasına koyduğunuz danışmanla yarım kalmış hesabınızı göreceksiniz...
‘Davos ruhunun öldüğünden’ dem vuracaksınız...
Elinizin altındaki değerlere, ‘alemi kör, milleti sersem’ yerine koyan analiz yazıları yazdıracaksınız...
Herşey mümkün...
Herşey beklenir sizden...
Daha da ileri gidebilirsiniz...
Şimon Peres’i ‘olgun devlet adamı’, Erdoğan’ı da kıraathane ağzıyla konuşan bıçkın mahalle delikanlısı yerine koyabilirsiniz...
Nitekim, ‘Alçakları tanıyalım’ müellifi öyle yapmıştır.
Eline bulaşmış çocuk kanını temizlemeden Davos’a koşup Türkiye Cumhuriyeti devletini ve halkını aşağılayan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına sesini yükselterek konuşan Şimon Peres’i ‘olgun devlet adamı’ diye alkışlamıştır.
Erdoğan’ı ise, ‘Azarlamacı başbakan... Türkiye’yi işte böyle sinirlerine hakim olamayan biri yönetiyor...’ diyerek yerin dibine sokmuştur.
Siz sinirlerinize hakimseniz, mesele yok...
Parçalanmış çocukları serinkanlı bir tevekkülle izliyorsanız mesele yok.
Bombalanan evler, yıkılan mahalleler, kan revan içinde umutsuzca sağa sola koşturan ve sığınacak yer arayan insanlar içinizde en ufak bir isyan duygusu oluşturmuyorsa mesele yok...
Diyorlar ki:
Bir Başbakan böyle mi konuşmalıdır?
Bir Başbakan böyle konuşmayacak da, nasıl konuşacak?
Dış politika halktan, halkın hassasiyetlerinden, değer tercihlerinden, derin görgüsünden, tarihsel birikiminden bağımsız bir şey midir?
Evet, dış politikada ‘efelenme’ her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir.
Hamaset genellikle tercih edilmez.
Fakat, dış politikada ‘doğruların’ kilidini bazen hamaset açar.
Dolayısıyla, ‘terbiyesizliğe karşı efelenmek’ en doğru tavırdır ve de haktır.
Bir ülke bu hakkı kullanamaz mı?
Rest çekemez mi?
İhtirazi kayıt düşemez mi?
Sünepe bir politika mı benimsemeliyiz?
Başımızı yere mi eğmeliyiz?
Muhterem Onur Öymen, bu hareketin ‘Türkiye’ye pahalıya mal olacağını’ müjdelemiş...
Mazlumdan ve mağdurdan yana olması gereken CHP’nin Öymen’i bu...
Kemal Kılıçdaroğlu adlı bir garibe İstanbul’da yolunu kaybettirerek oy toplamaya çalışan CHP’nin Öymen’i bu...
Başbakan ‘cihat fikriyle’ konuşuyormuş...
İsrail’in insanlık dışı saldırıları ayrı bir işmiş ama, terörist Hamas’ı savunursanız dünyada beş paralık olurmuşsunuz. Ayrıca, Nobel ödüllü Peres’e de ‘sen’ diye hitap edemezmişsiniz...
Neden İsrail’in insanlık dışı saldırıları ayrı bir iş oluyormuş?
Küstahlıkta sınır tanımayan Peres’e neden ‘sen’ diye hitap edilemiyormuş?
Nitekim Peres yaptığı hatayı anladı ve telefon açıp özür diledi, ama CHP’nin Öymen’i savunusundan bir adım geri atmıyor...
İsrail bile bu kadar sert değilken, size ne oluyor?
“Gezegendeki çok kişinin söylemek istediklerini dile getirdi…”
Bu sözler Türkiye'den değil Yunanistan'dan. Bu ülkenin devlet televizyonu NET Başbakan Tayyip Erdoğan'ın önceki gün Davos'ta malum panelde söylediklerini ve tavrını böyle yorumladı.
İlk yorumlarında tarzı yüzünden, tarzını bahane ederek Başbakan'a “saldırma”ya hazırlanan politik ve medyatik muhalifler dahi dün gün içinde tavırlarını değiştirmek zorunda kaldılar.
Şunu hemen söylemek gerek:
Başbakan'ın Davos'ta Simon Peres karşısında ve o koşullarda aldığı tavır ve söylediği sözler hem iç hem dış politikada sonuç verecek niteliktedir.
Başbakan'ın ne denli “sahici” olduğu, doğru zamanda, yerinde, hızlı, cesur ve sonuç veren tepkileriyle bir kez daha ortaya çıkmış, üstelik bu kez dış politik arenada çıkmıştır.
Bu özellikler, bir lideri tarif eder.
Az önce, dün bir araştırmasından söz ettiğimiz Metropoll Şirketi'nin yöneticisi Prof.Dr. Özer Sencar aradı, telefonla gerçekleştirdikleri anket çalışmasında Başbakan'a verilen desteğin yüzde 80'ler dolayında olduğunu söyledi.
Az bile…
Başbakan Davos çıkışıyla sadece doğruyu yapmakla kalmamış, iç siyasette, özellikle seçimlere doğru başka hiç bir hamlenin vermeyeceği sonuçlara ulaşmıştır, gücünü, liderliği, temsil gücünü kuvvetlendirerek teyit etmiştir.
Kritik nokta şu: Tayyip Erdoğan'ın bu çıkışı barış talep eden, mağdura sahip çıkan, zalime tepki veren bir çıkıştır.
Siyaseten itiraz göremez…
Başbakan daha önce yaptığı bir vurguyu, “anti-semitizm”e karşı olduğunu Davos'ta açık bir şekilde belirtmiştir.
Bu açıdan da bir saldırıya uğraması söz konusu olamaz…
Ve hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ister barışçıl politika, ister Türkiye'nin itibarı, ister bir güç gösterisi, ister uluslararası siyasete ağırlık, Tayyip Erdoğan'ın hanesi artıdadır.
Dış politik alanda da sonuçlar aynı istikamette olacaktır.
Tayyip Erdoğan'ın çıkışının, özellikle Arap ülkelerinin Hamas tedirginliği ve Gazze konusunda temkinli bir politika izlemeleri dikkate alınırsa, Orta Doğu açısından, Türkiye'nin bölge gücü açısından son derece önemli bir çıkıştır.
Öte yandan Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği ülke AB'ye aday, NATO'nun parçası olan Batı ülkesidir.
Hem ülke içindeki hem ülke dışındaki yorumlar bu veriyi dikkate almıştır.
Başka bir ifadeyle Tayyip Erdoğan'ın çıkışı onun ve partisinin politik eğilimleriyle açıklanmamış, Türkiye'nin tavrı olarak tanımlanmıştır.
Türkiye'nin uluslararası arenada bu şekilde boy göstermesi, mağdurdan yana bir tavra, cesaret edilemeyen bir tarz ve dille bu çıkışı yapması hafife alınamaz.
Zira bu arena hem fiili hem sembolik olarak sadece “güçlü olan”ın değil, “güçlü çıkış”ın da değer ve anlam oluşturduğu bir alandır.
Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri, İsrail temsilcilerinin söylediği gibi bir süre sonra düzelecektir.
Türkiye'nin dış politikasını değiştiren değil, pekiştiren bir hamle olmuş, ülkeyi sesini kullanmasını bilen bir yere itmiştir, Erdoğan'ın hamlesi…
Başbakan sadece itibar toplamadı, ülkesinin itibarını da arttırdı.
Haklı duruş güç üretiyor…
Darısı diğer meseleleri ve meselelerimize…
Tabi ki bizde kulübümüzce bu tepkiyi destekliyoruz...
Saat - Clock:
GAnalytics Durumu/Status
GAnalytics Açık/On
Bu siteyi 14667 ziyaretçi (41708 klik) ziyaret etti.